AZİZ PETRUS'UN MAĞARASI
Aziz Petrus’un Antakya’da geçirdiği zamanın tek tanığı “Saint Pierre Kilisesi” adı verilen bir mağara kilisedir.
Stauris dağının batı yamacındaki kayalıklarda doğal olarak oluşmuş ve kazılmış olan mağara 13 m. uzunluğunda, 9,5 m. genişliğinde ve 7 m. den biraz daha yüksektir.
Yapılışına dair elimizde hiçbir yazılı kaynak mevcut değildir, fakat 2004 yılının ekim ayında burayı ziyaret eden p. Pasquale Castellana (Suriye’deki Roma yollarına dair çalışmalarıyla tanınmaktadır) ve p. Michele Piccirillo (Ürdün’deki Nebo dağı kazılarıyla tanınmaktadır) gibi bir çok tanınmış arkeologların çalışmaları mevcuttur.
Bu arkeologlar, kiliseyi çevreleyen dağın üst yamaçlarında karşılaştıkları sembollerin (nişler ve delikler) çokluğu karşısında hayrete düştüler. Bunlar doğal olmayan, fakat, insanların dinselliğini yansıtan elle yapılan sembollerdi. İlk hıristiyanlar bu sembolleri putperestlerin bir özelliği olarak değilde, kendi atalarının inançlarının bir belirtisi olarak kabul ettiler. Burası bir putpereset tapınma yeri idi, daha sonraları hıristiyanlar, buraları yıkmayıp, bir havarinin adını vererek kendi ibadetleri için kullanmaya başladılar.
Doğal olarak bu dinsel değişim, ortam uygun olduğu zaman yapıldı, bu da muhtemelen İmparator Teodosius’un Selanik fermanıyla (380) hıristiyanlığı devlet dini olarak tanımasıyla mümkün olmuştur.
Michele Piccirillo, kilisedeki taban mozaiklerinin bizans devrine ait olduğunu fakat başka bir yerden sökülüp buraya monte edildiğini belirtti. Çünkü mozaik bir devamlılık arzetmemektedir, tek bir resmin parçaları değildirler.
Sonuç olarak, muhtemelen putperestlik döneminde, dağın her hangi bir tanrıya adanmış olup, şehir için kutsal bir alan olduğunu söyleyebiliriz.
Buradan iki adet su kemeri geçmektedir. Bu kemerden geçen suların bir bölümü bir efekt yaratarak hemen yakınlardaki hamamları besliyordu. Bu hamamlar hemen yamaçta mağaraya götüren rampanın sağ tarafında yer alıyorlardı.
Teodosius zamanında, muhtemelen bu alan da hıristiyan bir tapınma yerine çevrilmiştir. Tarihten öğrendiğimize göre 388 yılından itibaren putperest ibadethaneleri yıkılmadıkları takdirde, isimleri değiştirilerek hıristiyan ibadethanelerine dönüştürülüyorlardı.
Tüm bunlar, dördüncü yüzyıl ve bizans dönemine tarihleyebileceğimiz bu yerin tarihi ve ruhsal değerinden bir şey eksitmemektedir.
Yapım tarihinden günümüze ulaşan, sunağın sağ tarafında hala fresk izleri görülebilmektedir. Muhtemelen bu freskler ilk dönemlerde tüm mihrab duvarını süslemekteydiler. Kilisenin diğer orijinal unsurları ise sunağın solunda bulunan bir tünel ve sunağın sağında bulunan ve zemin seviyesinde olan küçük bir su yalağı. Tünel muhtemelen, ani bir saldırı anında dağa kaçabilmek için kullanılmaktaydı. Bir çok kişi tarafından vaftiz yeri olarak kabul edilen su yalağı, birkaç yıl öncesine kadar kayalardan sızan suyu biriktirmekteydi. Bu su, kiliseyi ziyaret eden imanlılar tarafından içiliyor ve evde hasta olan yakınlarına da götürülüyordu. Günümüzde bu su sızıntısı, Antakya’da sık sık meydena gelen depremler yüzünden yönünü değiştirmiş ve artık akmamaktadır.
Kilise, 1580 yılında, müslümanlar tarafından hıristiyan ortodokslara verilmiştir. Ortodokslar, mağarayı geçen yüzyılın ortalarına kadar kilise ve mezarlık olarak kullandılar. 1856 yılında Halep’in fransız konsolosu mağara-kilisenin sahibi olur ve kiliseyi Vatikan’a bağışlar. Vatikan, Suriye’deki elçisi Mgr. Brunoni aracılığıyla kullanımını Kapusyen rahiplere teslim eder.
Taştan yapılmış sunak, 1931 yılında, tahtadan yapılan ve 1863 yılına tarihlenen sunağın yerine yapılmıştır. Sunak 1990 yılında restore edilmiş ve aynı tarihte sunağın hemen arkasına, evrensel kilise tarafından 21 şubatta kutlanan ve Saint Pierre’nin Antakya kilisesi yöneticisi olduğunun sembolü olan mermerden bir kürsü yerleştirilmiştir.
Sunağın üzerindeki bir nişte bulunan Saint Pierre’nin mermerden yapılmış heykeli, bir zamanlar fransızların Suriye’deki yöneticisi olan bay Pierre Durieux’un hediyesi olup 1932 yılında buraya konulmuştur.
Yerel taşlardan yapılmış olan kilisenin ön cephesi, 1863 yılında Papa IX Pius’un isteği üzerine Kapusyen rahipleri tarafından yaptırılmıştır. Restore işleri için III Napolyon’da bir bağışta bulunmuştur. Eskiden ön cephede, halen kalıntıları görülebilen, bir nartex ve revak bulunmaktaydı.
Kilisenin bahçesi, birkaç asır boyunca hıristiyan mezarlığı olarak kullanılmıştır. Kilisenin içinde ve özellikle sunağın altında da mezarlara rastlanmıştır.
Bu mağara-kilisede ibadet yapılabilmektedir. 1846 yılından beri Antakya’da bulunan Katolik Kilisesinin temsilcileri olan Kapusyen rahipler, kiliseyi elinde bulunduran müzeye başvurmaları durumunda yılın önemli bayram günlerinde (Noel bayramında gece yarısı ayini de dahil olmak üzere), özel günlerde (evlilik töreni) ve hacı guruplarının başvurmaları durumunda ayin yapabilmektedir.
|
|
|
Kiliseye giriş |
Aziz Petrus mağarası dişi |
Haron'un oyması
(Mağara yakınında) |
Mağara eski zamanda
Antakya'daki Sen Piyer Mağarası'nın başlangıç tarihi konusunda (P. Domenico Bertogli)
5. Ekim 2005'te, ünlü arkeologlar P. Michele Picirillo, asistanı P. Carmelo (Ürdün'de Nebo Dağı kazıları) ve Halep'li P. Pasquale Castellana ile birlikte Sen Piyer Mağarası'yla "Demir Kapılar"'a kadar doğru etrafını gezdim. Gezimiz kilisenin başlangıçlarını kesin olarak hatırlatan bu bölgedeki Hıristiyan ibadetlerini ciddi bir şekilde düşünmek fırsatına yol açtı.
Halen şöyle söyleniyor: "Stavris Dağı'nın batısında kayanın içinde doğal kazılmış mağara 13 metre uzunlukta, 9,1/2 metre genişlikte 7 metreden biraz daha yüksektir. Geleneklere göre, ilk Hıristiyan cemaati, Barnaba, Paulus ve birkaç yıl Antakya'da kalmış (42-48) Petrus'la birlikte burada toplanırdı. Geleneğe göre mağara kiliseye sonradan İncil yazarı Aziz Luka olarak bilinen Antakya'lı Luka tarafından verildi.
Antakya'yı 3 Haziran 1098'de fetheden Haçlılar mağarayı birkaç metre uzatarak iki kemer aracılığıyla yapı yüzüne bağladılar. İlk inşaattan hala yerde mozaik izleri ve sunağın sağ tarafında ne temsil ettikleri belli olmayan fresk kalıntıları tahmin edilmektedir; herhalde freskler arka duvarı tamamen kaplıyordu".
Sözü geçen arkeologlar "Sen Piyer Mağarası'nda kayalık taç üzerindeki sembol zenginliğine şaşakaldıklarını" söylediler. Ve P.Pasquale şöyle ilave etti:..... eskilerin inançları konusunda kaya üzerine bıraktıkları izlerden hiç şüphem yoktur. Bu semboller dini tarihi tasdik ediyorlar.
Eski halkların hislerinde bulunan iyi ve putperestlikten uzak yönlerini pederlerimiz benimseyerek değerlendirdiler. Bu yer kutsal mıydı? O zaman ibadet toplantıları için kullanılırdı. Tekrar ediyorum, dini semboller mevcudiyeti konusunda hiç şüphe edilemez. Bunlar ne tesadüfi doğal şekilde yerine gelmiş ne de insanlar tarafından süslemek için yapılmıştır. Bunlar dindarlık ifadesidir.İlk hıristiyanlar bunları putperestlik gösterisi olarak değil, pederlerini dini hislerinin ifadesi olarak kabullenmişlerdir. Tabiidir ki bu benimseme mümkün olduğu zaman gerçekleşti, yani halkın çoğunluğunun (bu durumda Antakya hıristiyanları) kolaylıkla bunu yapabilmeleri için sosyal olgunluğa ulaşmaları beklendi. Herhalde bu IV'üncü asrın sonlarında, İmparator Büyük Teodosyus'un, Kostantin, Costausyus ve Covyamus'un imzalamış oldukları fermanları tasdik ettiği zamana rastlar. Çoğunluğun hıristiyan oluşuyla, putperest bir yerin hıristiyan tapınağına geçişinin barış içinde yapılabilmesi beklendi. Bu ancak Büyük Teodosyus zamanına rastlayabilirdi, yani 380 yılından sonra; Büyük Teoedosyus'tan önce Niçea Konsilinde ortaya çıkan Kristolojik sorunlar, Hıristiyanlarda emniyetsizlik ve kargaşalık yaratıyordu, Hıristiyan dininin esası kurtarılmalıydı, yani Üçlü Tanrı'nın İkinci Şahsı'nın doğması gerçekleşmeliydi. Bu ancak Büyük Teoedosyus zamanında yerine geldi.
Kayalık, mağaraların üzerinde, niş ve duvar oymaları sayesinde belli sembolizm işaretleri taşıyor. Bu nişler ufak veya büyük olabilirler, önemi yoktur. Yeter ki doğal unsurlar yüzünden değil, insan eli tarafından yapılmış olsunlar. Delikler gerek yuvarlak, gerekse Karontus'un imajından önce gördüğümüz dört köşe olabiliyorlar. Sembolik anlamına gelince, henüz bilemiyoruz diyor P.Picirillo. Yazılı tanıklık eksik. Şu noktalar konusunda eminiz: Bir; insanlar tarafından yapılmıştır. İki; pratik doğal amaçla değil, bol sembollerin ispat ettiği gibi bunlar ibadet ifadeleridir. Suriye ve Güney İtalya'nın çeşitli yörelerinde putperestlerin ibadet ettiği mağaralarda aynı semboller görülmektedir. Agrigento bölgesinde ve Kuma'da kilerini gördük. P.Pasquale bana bunları yazdı. Mağara'daki yer mozaikleri konusunda P.Picirillo'nun dediklerini ilave edelim: Bunlar muhakkak Bizanslıdır. Fakat herhalde başka bir yerden sökülüp getirilmiştir: Nitekim bir devamlılık eksikliği görülüyor, yani aynı desen olmadığı ortaya çıkıyor. Acaba Haçlılar zamanında mı yoksa çok sonra mı yapılmış"?
Neticede şu sonuçlara varabiliriz:
Dağ herhangi bir put'a ithaf edilmiş ve şehir mensupları için kutsal bir yerdi. Alt kısımda bulunan kaplıcalara su oyunları meydana getiren iki su kemeri bulunuyordu.
İnsanlar tarafından oyulduğu belli ve dini anlam taşıyan çeşitli niş'ler dağı delik deşik etmişler.
Mağara'nın kendisi içinde doğan ve şimdi kurumuş olan su kaynağıyla, bir kutsal yerin bütün özelliklerini taşıyor. Başka misallerimiz de var. Tarihi Antakya planında, Sen Piyer Mağarası ve Haron'un yakınlarında ayyaş Dionisyus'un evinin bulunması gibi...
Biliyoruz ki, İsa'ya ilk inananlar, Musevi oldukları için, havralarda dua ederlerdi: Halbuki Musevi mahallesi şehrin karşı tarafında, Defne kapısının yakınlarında bulunuyordu (bak.şehir planı).
Havradan ayrılan ilk Hıristiyanların, muhitlerinden uzak olmayan evlerde toplandıklarını da biliyoruz.
Nihayet, Hıristiyanlığın yasak olduğu ve kolaylıkla bulunup tutuklanabilecekleri bir zamanda Hıristiyanların (ilk defa Antakya'da bu lakapla çağırıldılar) ıssız bir yerde toplanmaları imkansızdır.
Luka'nın kendisi 2000 yılında Padova'daki uluslar arası kongresinde ( Aziz Luka İncil'ci, birleştiren iman tanığı. ) Levili'ydi, herhalde Musevi mahallesinde havraya yakın otururdu ve şehrin kutsal bir bölgesinde arazi sahibi olması ihtimal dışıdır.
Kostantin'in vermiş olduğu özgürlükten sonra hıristiyanlar çok putperest ibadet yerlerini kiliseye çevirdiler. Bu bölgede de aynı şey olması muhtemeldir. Biliriz ki geçmişte Aziz Paulus adını da taşırdı; şüphesiz şehrin evanjelizasyon başlangıcını hatırlamak içindi bu.
Herhalde Büyük Teodosyus'un 380 Şubat'ındaki ferman nedeniyle burası da putperest ibadet yerinden Hıristiyan ibadet yerine çevrildi. Tarih diyor ki 388 yılından itibaren yıkılmayan, putperest ibadet yerleri başka isim altında Hıristiyan ibadet yerlerine çevriliyordu. Böylece bu mağaraya bir Elçi adı verildi. Bunun ne zaman yapıldığı tespit edilemiyor.
Bütün bunlar yerin ruhani ve tarihi değerini azaltmıyor ve bu şehirde Hıristiyanlığın başlangıcını hatırlatıyor: IV'üncü aşıra kadar uzanan geçmişimizin tek kalıntısıdır zaten o. Fakat ilk Hıristiyanların Petrus, Paulus, Barnaba v.s. ile burada toplandıklarını söylemek doğru değildir. Bu sadece tarihi hasretten ibarettir.
Haron'un dağdaki heykeli bu yerin kutsal olduğunu düşündürüyor, yoksa şehirden daha iyi görünebilmesi için başka yerde yapılabilirdi.
Antakya'nın hıristiyan yazılarında ve özellikle Aziz Jan Krisostom bu bölgeden hiç bahsetmiyor. Bu da anlam taşır.
Aziz Petrus'un burada Efkaristiya Ayin'ine başkanlık ettiği için yeryüzünün birinci Katedral'i unvanını taşıyor. Bu kayalık kilisenin Hıristiyan köklerini tanımamıza daha iyi yardım etmiş olduğumuzu ümit ederim. Unutmayalım ki o zamanlardaki Hıristiyan cemaati şimdikilerinden çok farklıydı ve hala havraya bağlıydı.
Bu araştırmalar için teşekkür eder, tarihi gerçeklerin imanımızı kısıtlamadığını, fakat bizim gerçekte hakikatte kalmamızı sağladığını hatırlatırız.
|